8 Ocak 2014 Çarşamba

We Need to Talk About Kevin


We Need to Talk About Kevin (2011)

"a child needs your love most when he deserves it least." 


Lionel Shriver kitabı. Lynne Ramsay filmi.

'Vurucu' kelimesini sıfat olarak kullanmak için uygun bir film. Bence yumurtalıkları olan herkes izlemeli.

Filmde anne olmaya psikolojik olarak henüz hazır olmayan bir kadının doğurduğu çocuğun psikolojisi anlatılıyor.  Her şeyden önce ''Çocuğu doğurursun ama huyunu doğuramazsın'' sözünü aklıma getiren bir film oldu. Canımı sıkan tek şey; iyi karakterin salt iyi, kötünün de en kötü olması hali. Gerçek dünyadan uzaklaşmama sebep oldu bu. Hiç kimsenin hayatı bu kadar uçlarda yaşayabileceğine inanmadığım için olabilir.

Filmi flashback'ler eşliğinde izliyorsunuz.

Eva, çılgın bir kadın ve özgür... Eva'nın İspanya'daki Domates Festivali'nden görüntüleriyle başlıyor zaten film. Yapmak istedikleri ve kendi için seçtiği başka bir hayat varken anne olmak zorunda kalıyor. İstemeye istemeye Kevin'ı doğuruyor.

Kevin, kusursuz bir sosyopat. Bebek Kevin, sadece annesinin yanında ağlıyor. Babası eve gelince çok uslu bir bebek oluyor. Şöyle bir sahne var; Eva, bebek arabasıyla Kevin'ı dolaştırırken kompresör sesleri Kevin'ın ağlama sesini bastırıyor. Eva, oğlunun ağlama sesini kısa bir süreliğine de olsa duymadığı için yüzünde inanılmaz bir huzur ifadesi ağırlıyor. Bu beni en çok etkileyen sahnelerden biriydi diyebilirim. 

Kevin'ın çocukluğu da sorunlu geçiyor. Tuvalet eğitimini reddeden, annesine düşmanca bakan bir çocuk. Babayla ilgili bir sorunu yok. Filmde baba figürü çok geri planda zaten. Belki de filmin adı bu yüzden -Kevin hakkında konuşmalıyız.- Anne ne zaman Kevin'la ilgili konuşmak istese başaramıyor bunu çünkü. Ayrıca Kevin, inanılmaz zeki bir çocuk.  Başlarına gelen bazı olaylarda 20'li yaşlarda birinin vereceği tepkileri verebiliyor. Genelde de zekasını annesini çileden çıkarmak için kullanıyor.

Ve Kevin'ın gençliği ...  Kevin bir plan yaparak okuduğu lisenin spor salonuna hapsettiği sınıf arkadaşlarını ayrıca babasını ve kız kardeşini katlediyor. Babasını ve kız kardeşini sırtından okla vurduğunu anladığımız sahne manidar. 

Eva, oğlunu hapishaneye ziyarete gidiyor ve film bu görüşme devam ederken akıyor. 

Film boyunca Eva ve Kevin arasındaki gerginliği hissedebiliyorsunuz. Hatta bir tek onu hissedebiliyorsunuz. 

Belki de annesine ''seni seviyorum anne'' deme şekli bu Kevin'ın. 
''- Seni seviyorum anne. Çünkü seni öldürmedim!''

Filmde keşfedilmeyi bekleyen bazı metaforlar var. Sorunların çözümüyle evdeki boyaların temizlenmesi, Domates Festivali'nde eğlenen bir kadının yıllar sonra bir markette domates salçalarının önündeki çaresiz bakışı, kırmızı boyalarla katliama gönderme yapılması, Eva'nın koleksiyonu olan dünya haritasını Kevin'ın boyaması, Eva'nın daha Kevin'a hamileyken bol şeyler giyerek onu aslında istemediğini göstermesi gibi. 

Tilda Swinton inanılmaz bir oyuncu. Ayrıca Kevin'ın çocukluğunu oynayan veletler kekeletti beni. Kevin'ın gençliğini ise Ezra Miller oynuyor.

Filmin soundtrack'i de çok iyi.

Görüntü yönetmeni Seamus Mcgarvey yeteneğini konuşturmuş. Filmde renklere önem veren biri olarak beni mutlu etti.

Filmle ilgili her şeyi söylemiş gibi görünsem de aslında filmi izlettiren şeyin ana konu olmadığını düşünüyorum. Anne- oğul arasındaki olaylar, annenin sabrını anlamaya çalışmak, Kevin'ın karmaşası ve filmdeki küçük detaylar kesinlikle görülmeli. 


Filmden Notlar

-Herhangi bir amacı yok. Amaç bu!
-Annelik konusunda zorlanmanız sizi bir katilin annesi yapmaz, katiller kendileri katil olurlar.
-Bir şeye alışkın olman onu sevdiğin anlamına gelmez. Sen bana sadece alışkınsın.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder