12 Ocak 2014 Pazar

Modigliani

Modigliani (2004)


''Ruhunu gördüğümde gözlerini çizeceğim''




Mick Davis filmi.


Biyografik bir film. Harika bir drama. Birçoğumuzun hiç var olmamış insanların hayatlarını 
seyretmekten daha çok hoşuna gider bu tarz filmler. Bu filmde bir ressamın hayatını izliyoruz. Modigliani'nin. Hani şu yaptığı uzun yüzlü, hüzünlü kadın portreleriyle ünlü ressam. Modigliani'nin kadınları...

Resme ya da sanat tarihine ilgi duyanlar kesinlikle izlemeli. Zira film, 'Ay ben çöp adam bile çizemem' diyenleri bile gaza getiren sahnelere sahip.

Amedeo Modigliani, italyan bir ressam. Film, ressamın çocukluğunu da çarpıcı sahnelerle anlatıyor ama daha ziyade Montmartre'deki beş parasız sanatçıların toplandığı Le Bateau-Lavoir'daki son dönemini konu alıyor. 19 yaşındaki Güzel Sanatlar öğrencisi Jeanne Hébuterne ile tanıştığı sıralarda Modigliani, iyi bir ressam ve heykeltraş. Aşık oluyorlar. Fakat Modigliani, bir yahudi. Jeanne'in katolik ailesi bu ilişkiye karşı çıkıyor. Buna rağmen birlikte olmaya çalışıyorlar. Jeanne tutkulu bir aşık. Modigliani'nin hastalığıyla, parasızlığıyla baş etmeye çalışan...

Film, Modigliani'nin Picasso ile arasındaki rekabeti ve Jeanne'le yaşadığı acılı aşkı anlatıyor. 

Filmin kasvetli bir havası var. Renkler ve mekanlar, insanda 1900'lerin başında Fransa'da yaşama arzusu oluşturuyor.

Filmi eleştirebileceğimiz en önemli nokta, Picasso. Evet bu filmde Picasso'ya biraz yabancılaşıyorsunuz. Ama karşıt öğe olarak kullanılması algıyı güçlendiriyor. Yine de o keskinlik biraz törpülenebilirmiş.

Bu arada filmi çekici yapan şeylerden biri de, tanıdık ressamların bir arada olması. Diego Rivera, Frida kahlo, Pablo Picasso, Salvador Dali, Renoir, Utrillo, Satine gibi ressamları da seyrediyoruz filmde. Hepsinin aynı dönemde, aynı yerde olmaları tesadüfünü eleştirmek yerine filmin hoş bir sürprizi olarak görmeyi seçtim ben.

Filmde ressamların yarışma için hazırlandıkları sahneler çok etkileyici. Filmin soundtrack'i olan Ode to innocence, Sasha Lazard tarafından seslendiriliyor.

Modigliani'yi Andy Garcia oynuyor. Ve kesinlikle Andy Garcia'nın zirve yaptığı iş. 

Filmde en çok etkilendiğim sahne final. Ama en az final kadar heyecanlandığım başka bir sahneyi anlatmak istiyorum.

Picasso, Modigliani'yi bir malikaneye götürüyor. Muhteşem bir eve... Tekerlekli sandalyede oturan yaşlı bir adam görüyoruz.
Picasso, Modigliani'ye şöyle fısıldıyor:
-Tanrıyla tanış.

Tekerlekli sandalyedeki yaşlının ressam Renoir olduğunu anlıyoruz. Modigliani üstada bu muhteşem ev için ne kadar ödediğini soruyor. Renoir şöyle cevap veriyor. 
-İki tablo. küçük olanlarından. 

Film boyunca Modi'nin yokluk içinde olduğunu bildiğimiz için tuhaf hissediyoruz tabi :)

Filmin finali 2 gün aklımdan çıkmadı diyebilirim. Çünkü gerçek hayatlarının da finali aynı zamanda. Bir kadın olarak Jeanne'in aşkı karşısında utandım. Gerçek aşktan bahsedebilmek için bu yoğunluğa sahip olmak gerek. Kesinlikle izlenmeli. O yüzden daha fazlasını yazmıyorum. :)


Filmden Notlar;



- Picasso: Neden benden bu kadar nefret ediyorsun?
  Modigliani: Seni seviyorum Pablo, kendimden nefret ediyorum.

- Geleceğin sanatı kadınların yüzündedir.

--Söyle Modigliani kör bir adam nasıl resim yapabilir? Bilmiyorsun…
 +Kimsenin görmedigini resmeder.

--Ne hissettiğinizi hayal edemiyorum.
-Ne hissettiğimi sana söyleyeyim mi Pablo? Hiçbir şey hissetmiyorum. Karnımda bir çocuk var. Bir başka kalp atışı, bir başka arzulayan ruh… Ve ben bomboşum. Bir bardak gibi. Eve gideceksin. Dopdolu ve zengin bir yaşam süreceksin. Fakat Tanrıya yemin ediyorum. Vakti geldiginde, ölüm döşeğindeyken Modigliani ismi ağzından düşmeyecek. Bu geceden sonra resim yapamayacaksın. Bu, ona ait.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder